.

.
.

30 Eylül 2013 Pazartesi

AH!..




Bitmeyen acı, yürek sızısı, çaresizlik, akıl tutulması: "Menekşe'den Önce". Gittim, izledim, dağıldım, geldim :(

"değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç
aynı gökyüzü, aynı keder"

Behçet AYSAN


28 Eylül 2013 Cumartesi

CUMARTESİ GEZMESİ

Eh, bugün Cumartesi'dir dedik, kız kardeş ve minik yiğenle gezmece tozmaca yaptık. Meşhur bir lokantada matah olmayan bir yemek (hatta kız kardeşinkinden saç ve kirpik çıktı) yedikten sonra Kuğulu Park'a uzandık. Orada kendini boyamış bir mim sanatçısı gösteri yapıyordu, fazla mı takıp takıştırmıştı ne:


Şemsiyeyi beğendim ama istesem mi diye düşünmedim değil :) Vermeyeceğini bildiğim için ses etmedim, zaten parkın karşısındaki, Paris Caddesi'ne çıkan merdivenleri şemsiyenin renklerine boyamışlardı, gidip orada fotoğrafladık kendimizi:


Kuğulu'dan sonra yürüyerek her zaman çay içtiğimiz mekana girdik ama o kadar kalabalıktı ki caydık, yürüyüşe devam edip yakında oturan arkadaşa gitmeye karar verdik. Arkadaşın evi bahçeye açılıyor ve Femina isimli bir de köpeği var;


Karşınızda Femina Hanım, nasıl güzel değil mi?
Bahçeye sonbahar gelmiş bile. Kutsal ağacım, hayat kurtarıcım at kestaneleri yapraklarını kahverengi biyelerle çevirip kestanelerini yere dökmeye başlamış, sarmaşıklar da güz kızıllığına bürünmüş:



Ankara sonbaharının olmazsa olmaz çalısı ateş dikeni, insanın neşesini arttırıyor:


Tam bahçeden ayrılırken Femina hareketlendi, "ne oluyor?" demeye kalmadan yan bahçeden giren kediyi kovalamaya başladı:


Ankara'da sondan bir evvelki Cumartesi'mizi de böyle sonlandırdık. Şimdi izninizle gidip "Rojin"in kalan 30 sayfasını okuyayım...





27 Eylül 2013 Cuma

EYLÜL, Bİ GİT BE!..



Görsel: Buradan

Nasıl bir 2013'müş, nasıl bir Eylül'müş bilemedim, tam yaprak dökümü oldu. Yalnızca bildiğim, tanıdığım çevreden 5 ölüm haberi almışken bugün Tuncel Kurtiz'le 6'yı bulduk. Önce halamın haberi geldi, ardından arkadaşımın hayat dolu kızkardeşinin. Genç blogger dostlarımdan birinin babasının ani kaybını sindiremeden eski bir öğrencimin gencecik yiğeni gitti dönüşsüz yola. "E yeter da!" demeye kalmadan dün Temmuz ayında söyleşisine gittiğimiz ODTÜ'nün emekli restorasyon dalı hocalarından Emre Madran'ın ölümünü duyduk, bugün de Tuncel Kurtiz'in. Annemi de 8 yıl önce bir Eylül günü toprağa vermiştik. Hani şarkıdaki gibi "Rüzgar kırdı dalımı ellerin günahı ne/Erken ağardı saçlar yılların günahı ne" diyeceğim ama ağır geldi bu kadarı da be Eylül. Bi çek git artık, yerine de keyifli bir ay yolla, zaten bu yıl kardeşlerinin çoğu canımıza okudu, sen de tüy diktin yani.

Tüm gidenler huzurla uyusun, ben en iyisi gidip bir helva yapayım, yaparken de hepsi için bir şarkı söyleyim: "Evvel giden ahbaba selam olsun erenler".





24 Eylül 2013 Salı

KEYİF

Bugün güneşiyle, ışığıyla, manzarasıyla, simidiyle, çayıyla, kahvesiyle, tatlısıyla, sohbetiyle ve o sohbete eşlik eden dört güzel kadınla anılar çekmecemde yerini aldı. Bu fotoğraflar da blogda kayda alınsın:







Eh, ben de yansıyım ki etkisi katmerli olsun, en kötü günümüz böyle olsun :)

22 Eylül 2013 Pazar

CUMARTESİ TELAŞESİ, PAZAR REHAVETİ

Dün sabah uzun süredir kafamda takılı olan bir işi sonuca bağladıktan sonra (gerçi bugün itibarıyla bazı pürüzler çıktı ama olsun varsın bu kadarı da bir şeydir) kız kardeşle buluşup AKM'deki Mardin Günleri etkinliğine gittik. Biz iki bacı böyle yöresel etkinliklere bayılırız, bacım daha çok bayılıp yöresel gıda ürünlerinden de satın alır, ben biraz daha kenarda dururum. Sonra da kızın aldıklarına tebelleş olurum :) Esasen bu fuarlardan hiç bir zaman beklediğimizi bulamaz, çıkışta "ne diye geldik" söylenmesi yaparız ama ertesi yıl yine gelmekten vaz geçmeyiz. Bu defa da pek farklı olmadı, Mardin'le uzak yakın alakası olmayan, her fuarın gediklisi bir sürü stand vardı, göre göre ezberlediğimiz. En çok aşağıdaki, fuar içinde geniş bir alana bırakılmış, kendi kendilerine oynaşıp duran Mardin'li güvercinleri sevdik:


Sonra kendimize anı olarak Mardin Müzesi'nde sergilenen sikkelerden birini bastırdık, bir Artuklu sikkesi. Zafer müjdecisi Nike'den esinlenmiş, belki bize de müjdeler getirir :) 


Bir tane de Şahmaran desenli lavanta kesesi aldım el yapımı, boş çıkmayalım değil mi, o kadar kalkıp geldik . 

Sonra yiyecek çadırına daldık, hiç niyetimiz yoktu birşeyler yemeye güya ama kokulara dayanamadık ve bir adet oruk, bir adet biberli ekmek ve bir adet de sembuseki üç kişi paylaştık. Kızkardeş bu arada epey kışlık düzdü (abarttım tabii ki, seni seviyom bacım:). Burada yediklerimiz yetmez gibi öğleden sonra da kuzenlerle toplaşıp Allah ne verdiyse götürdük. Su içsek yarıyor işte, kilolar ordan geliyor inan olsun :)

Şimdi Pazar rehavetindeyim tam anlamıyla, bıraksalar uyuyacağım. Yine dün fuardan kaptıklarımızdan Mardin imalatı menengiçli, kakuleli Artukbey dibek kahvesinden yaptım koca bir kupa ve dumanı üstünde elime gelen Mehmet Eroğlu'nun "Fay Kırığı" serisinin 3. kitabı "Rojin"i okuyarak yudumluyorum. Beklentilerimin ötesinde lezzetli bir şeymiş, öneririm (hem kitabı, hem kahveyi). At kestaneleri de artık olgunlaşmış, kaptım üç tane şans getirsin diye. 


Pazarınız güzel, şansınız bol olsun...

21 Eylül 2013 Cumartesi

SOKAKTA KİM VAR?



Kadın 17 yaşından beri defalarca arşınladığı kaldırımlardan bir kez daha geçerek üst geçite vardı. Havanın serin olduğunu düşünmüştü ama öğle  güneşi, "ben geldim" diyen sonbahara rağmen yakıyordu. Üstgeçidin geçen yıl cam yünü döşenen metal zemini evvelki kadar olmasa da yanısıtıyordu sıcağı, tangırdayarak hızla geçti alttan kayan arabaları görmeden karşı caddeye. Minibüslü çiçekçi tekrar sahne almıştı İçel Sokağın köşesinde. Yaz boyu ortalarda yoktu, havalar nisbeten serinleyince çoğunluğunu kasımpatlarının oluşturduğu mevsimlik çiçeklerle dönmüştü, bir sonbahar klasiği alıç dizilerini de yanında getirerek. Gülümsedi kadın sarılı-kırmızılı alıçları görünce. İlkokuldayken ya giderken ya dönerken bir dizi alır boynuna geçirirdi. Önlüğün küskün kara rengi bir anda canlanır, neşelenirdi. Bir-iki yıl önce, tam da bu çiçekçinin sattıklarından 2 dizi almış, neredeyse tamamı çürük çıktığı gibi, yiyebildiği birkaç tanesi de midesini uzun süre ağrıtmıştı. "Çocukluk" dedi, "çürük de olsa yiyorduk demek ki, mideler de sağlammış o zamanlar". Yanından yöresinden geçen insanların bir kısmı kulağındaki telefona, bir kısmı da yanındakilere bağıra bağıra birşeyler anlatıyordu. Eskiden çocuk sesleri olurdu sokaklarda, şimdi telefonlar sayesinde sahiplerinin özel hayatlarını öğreniyoruz istemeden diye düşündü. "Yarına kadar sana izin" diye bağıran sesle ayrıldı daldığı düşüncelerden, malum yine telefon, "neyse ki izin bana değilmiş" diye güldü kendi kendine.

Yoğun trafikli ana caddeden geçmek için üst geçidin minare merdiveni gibi uzanan basamaklarını gözü kesmedi, acelesi olduğu her halinden belli tombul bir kadının ardına konuşlandı. "Dursana" diye bağırdı öndeki kadın gelen otomobillerden birine doğru, sürücü aldırış etmeyince sinirlendi, "ölürsün değil mi biraz yavaşlasan" dedi ve attı kendini caddeye, araçlar mecburen hız kesti, kadın da onun ardına takılıp koşturarak ulaştı karşı kaldırıma. Severdi Yüksel Caddesi'nin kuş cıvıltılarını, çınar ağaçlarını, okullar açıkken Mimar Kemal İlkokulu'nun bahçesinden yükselen çocuk çığlıklarını, banklarda tembellik yapan insanlarını, memur adamla oturan kadın heykelini, ayakkabı boyacılarını, hiç dinmeyen karmaşasını. Fotoğrafçıya uğrayacağını neredeyse unutuyordu, sola döndü, dükkandan içeri girdi. Fotoğraf tabettiren ender azınlıktan olduğu için esmer, kavruk yapılı genç görevli tanıyordu artık onu. İsminin ilk harfini değiştirse de "Buyrun" diyerek adıyla karşıladı. Kısa bir hal-hatır faslından sonra flash bellekteki fotoğraflar bilgisayara indirildi, istekler kaydedildi ve kadın 2 saat sonra uğrayacağını söyleyerek ayrıldı.

İkinci durak bir giyim mağazası idi, alışverişini tamamlayıp kasaya ödemesini yaptıktan sonra hediye paketi istedi. Görevli genç adam biraz yavaş ve beceriksizdi, nitekim paket kağıdıyla parmağını kesti. Akan kanı pakete değdirmemek için işi bir başkasına devretti ve yine beceriksiz hareketlerle yara bandı sarmaya başladı. Kadın o sırada alışverişini bitirmiş ve dışarı çıkmıştı. Caddenin hafif yokuşundan yukarı doğru tırmanmaya başladı. İnsanların yüzleri asık, görünümleri mutsuzdu.  Önünde yürüyen ve konuşmalarından anne-kız oldukları anlaşılan iki kadından anne olanının ayağına yandan geçen bir adamın suyunu içip bitirdikten sonra rastgele fırlattığı pet şişe denk geldi. Çok sinirlendi kadın: "Geri zekalı, terbiyesiz, hayvan" diye bağırdı adamın arkasından. Tatmin olmamış olacak ki "hayvan oğlu hayvan" diye ekleyip pekiştirdi sıraladığı sıfatları. Hırsını hâlâ alamadığı bir bankanın kapısından girmeye çalışan pet şişe fırlatıcısına "öküz, içtiğin suyun şişesini atarken dikkat etsene" diye bir kez daha bağırmasından belliydi. Adam döndü, "ne diyorsun sen" anlamına gelecek bir işaret yapıp bankanın girişinde kayboldu. Sırtında kocaman, beyaz bir dolar işareti bulunan lacivert hırkalı kız, tombul bacaklarının bitimindeki küçücük ayaklarına çok yüksek topuklu bir sandalet giymiş, zorlukla yürüyen kadın ve o kadını gözlerini ayırmadan süzen itfaiyeci kıyafetli adam bağırışın geldiği yöne çevirdiler dikkatlerini. Kadınsa "sokaklar ne eğlenceli" diye düşünerek kardeşiyle buluşacağı cafeye doğru hızlandırdı adımlarını...

18 Eylül 2013 Çarşamba

SEÇME SAÇMALAR

Bugün çok sıkıldım evde, lakin geçen haftadan beri sürekli koşturma halinde olmam nedeniyle kendini hatırlatan (aslında hiç unuttuğum yoktu ama) dizimi dinlendirmek için zorunlu istirahat verdim kendime. Hiçbir şey yapasım var ya da yok. Sabahtan beri mutfak, salon, bilgisayar başı arasında mekik dokuyor hiçbirinden de dişe dokunur bir sonuç alamıyorum. Elimdeki polisiye sürünüyor, o derece yani. İzmir yolculuğu yüzünden ara verdiğim Şarlot'un Gizli Günlükleri başucu masasında istirahatte, serinin en küçük kitabı olduğu için taşınma kolaylığı bakımından sırayı bozarak yanıma aldığım "Katilin Uşağı"na devam ediyorum, bitiremedim bir türlü, oysa epey eğlenceli. Saçma sapan fotolar eklemek istiyorum buraya, işte bir tane:

 

Sonuçta mandal ama ne güzel, gökkuşağı gibi renkli. Üstelik Antalya'daki evden, mandallarımı bile özledim yahu.


Bu çiçekler de yaz başındaki Ulukışla seyahatinden. Babamın ilk kez gördüğüm akrabalarından biri ziyaretimizden çok mutlu olmuş, ne ikram edeceğini şaşırmış, çay-kahve önerilerini reddedince de bahçedeki çiçeklerden koca bir demet yapıp elime tutuşturmuştu. Bak anımsamak güzel oldu şimdi.


Benim için Ankara'yı Ankara yapan yerlerden biri; Akman ve bozası.  Haziran ayı içinde çekilmiş bir fotoğraf bu da, Kızılay'da sürekli gösterilerin olduğu, biber gazından maskesiz Kızılay'a gidilemediği zamanlardı. Şekilde görüldüğü gibi bozanın eşlikçilerinden biri leblebi diğeri maske :)


Bu tuhaf şey de "longan" denilen bir tropik meyve. Arkadaşımın hostes olan kızı getirmişti, nereden getirdiğini unuttum şimdi ama oldukça lezzetliydi. O buruşuk kabuğun içinden, renksiz, jölemsi bir meyve çıkıyor, yeni dünya çekirdeği gibi de bir çekirdeği var ortasında. 



Ve canım fena halde leylak koklamak istiyor, ne yapsak ki? Lavanta kolonyasıyla idare edelim, ikisi de aynı renk nasılsa...

17 Eylül 2013 Salı

KÜÇÜK BİR ANKARA TURU

Geçen haftanın başında minik yiğen ve Bilge'ye Ulus civarında küçük bir Ankara turu attırmış, 1. ve 2. Meclis'i gezdirmiştik. Araya halamın vefatı, İzmir yolculuğu vs girince ekleme fırsatı bulamamıştım çektiğim fotoğrafları. Özellikle şimdi Kurtuluş Savaşı Müzesi adıyla hizmet veren, Cumhuriyetin ilan edildiği 1. Meclis her ziyaretimde beni çok heyecanlandırır. Tarih kitaplarında fotoğraflarını gördüğümüz tarihi Genel Kurul salonunda bir tuhaf olurum, kokusu, atmosferi, sade dekorasyonu çok etkiler. Aşağıdaki fotoğraf oradan, şimdi çekim yasak, bunu ilk açıldığı yıllarda çekmiştim. Işık çok loş olduğu için fotoğraf kalitesi de düşük haliyle (tıklayıp büyütebilirsiniz):


İkinci Meclis benim hatırladığım yıllarda Cento binası olarak kullanılıyordu, eminim çocukluğum Meclis olarak kullanıldığı zamanlara denk gelmiştir ama hafızamda kayıtlı değil, kayıtlı olan bahçe duvarının üstündeki zincirlerle birbirine bağlı olan taş küreler. Hâlâ duruyorlar. Küçükken önünden her geçişte mutlaka elimi sürerdim ve şimdi de aynı şeyi yapıyorum. Aşağıdaki fotoğraflar da 2. Meclis'in Genel Kurul Salonu'ndan. Daha önceleri Atatürk'e, İnönü'ye ve diğer devlet erkanına ait balmumu heykeller vardı, zamanla bozuldukları için kaldırmışlar:




Bunlar da müzenin diğer bölümlerinde sergilenen objelerden bazıları:


Atatürk'ün fotoğraflardan aşina olduğumuz süveterini hatırlayacaksınız.


Kullandığı fincanlardan biri


Binanın kalorifer petekleri çok güzeldi.


2. Meclis'in tam karşısında şimdi Devlet Konukevi olarak kullanılan Ankara Palas


Ve Ulus'un simgesi Heykel bulutlara karşı

Bir başka Ankara turunda buluşmak dileğiyle...

16 Eylül 2013 Pazartesi

SERGİ SEZONUNU AÇARKEN

Epeydir sanatsal faaliyetlerden uzaktım. Bugün gittiğim Cermodern'deki "Gelenekselden Modernizme Meksika Sanatı" sergisi ile sezon siftahını yaptım. Aşağıdakileri de sizin için çektim, hiç mahrum eder miyim takipçilerimi :)


 Antonio Ruiz
"Küçük Maymunlar"


Rafael Coronel
"Vergi Ödemeyen"


 Fernando Castro Pacheco
"Limon/Bronz heykel"


Jose Chavez Morado
"Çift ve Marangoz"


Diego Rivera
"Kentsel Peyzaj/Kar Toplama"


Francisco Mora
"Madencinin Kafası"


Arturo Garcia Bustos
"İnfaz"


Francisco Zuniga
"Yürüyen Kadınlar/Bronz Heykel"


Angel Ricardo Ricardo
"Yeni Alan Projesi"


Cısco Jimenez
"Soyut Çalışma"


Jorge Marin
"Boğa Üzerindeki Akrobat/Bronz Heykel"


Javier De La Garza
"Morcilla"


Adolfo Riestra
"Siyah Şarkıcı/Bronz Heykel"


Benjamin Dominguez
"Tarihsel Dolap"


Ve blogun sahibi, yansıyor :)



Güzel bir sergiydi, Ankara'da yaşayan sanatseverler kaçırmasın derim...