.

.
.

30 Kasım 2013 Cumartesi

HAZIRLIKLAR BAŞLASIN

Bugün Kasım bitiyor ve Aralık'la birlikte yılbaşı havasına giriyoruz. Her yıl tekrarlanan portakallı-kahveli içecek ritüeli için bugün kolları sıvadım ki yılbaşına kadar içilecek kıvama gelsin. Önce hazırlıklar başladı, geçen yıldan kalan kahve çekirdekleri tazelenmesi için şöyle bir kavruldu, sonra portakalların üstüne sivri uçlu bir bıçakla 40 ar tane delik açılıp kahve taneleri o deliklere yerleştirildi. 


Sonra ağzına portakal sığabilen ve kapağı sıkı sıkı kapanan bir kavanoz alıp dibine önce beyaz sonra esmer şeker serpildi. Geçen yıllarda yaptıklarım damağıma fazla tatlı geldiğinden bu yıl şeker miktarını esmer ve beyaz için birer buçuk kaşıkla sınırlı tuttum. Ardından portakallar şeker yatağının üstünde uykuya yatırıldı, üstlerine de yorgan olarak 70 cl votka döküldü. Ninni niyetine de 2 kaşık daha kahve tanesi eklendi. Uyanmasınlar diye karanlık bir köşeye terkedildi.


Yılbaşına yakın açılıp süzülecek ve kadehler yine aynı anda dünyanın ve Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki blogger dostların sağlığına kalkacak. Haydi ne duruyorsunuz, geç kalmadan siz de deneyin...

Öyküsü ve tarifi için buraya TIK


29 Kasım 2013 Cuma

PAPATYALI GÜNLÜK


"Bahar olsun da seyredin
Nasıl süsler bayırları
Zümrüt rengi çayırları
Yüze güler o incecik
Gelin yüzlü papatyalar
Altın gözlü papatyalar"

Tevfik Fikret'in bu ünlü şiirini bilmeyen ve papatya sevmeyen çok az kişi vardır sanırım. Ben bayılırım mesela, şiirinden ziyade papatyaya. Şiiri babam söyler sık sık, bana onu hatırlatır sadece.  İlk dizesindeki gibi baharda gördüğüm her papatyanın peşinden koşarım ama bu hafta bizim semt pazarında bunları görünce şaşıp kaldım. Bu mevsimde kır papatyası, tıp çok ilerledi arkadaş:) Hemen kaptım tabii bir demet, şimdi mutfak masasının üstünde gelin gibi süzülüyorlar.

Sadece papatya değil, dün bizim pazar çiçek cenneti gibiydi, elimde sebze-meyveden çok çiçekle döndüm eve. Sarı ve mor kasımpatları, alacalı karanfiller, gerberalar, dört bir yanı süslüyorlar şimdi.

Aralık yaklaştı ya, benim mutfak cini ufaktan kapıyı tıklatmaya başladı. Dün Beste usulü portakal reçeli yapmak için ilk aşamayı tamamladım. Portakalları iyice yıkayıp halka halka kestim ve üzerini örtecek kadar suya koyup buzdolabına yerleştirdim. Bu akşam 2. aşamayı gerçekleştireceğim, o suyun içinde yarım saat kaynayıp soyunca tekrar buzdolabına girecekler.  Yarın onlar reçele, ayırdığım 2 portakal da kahveli liköre dönüşecekler. 3-4 hafta sonra da yılbaşı ritüelimizi gerçekleştirip uzak-yakın blogger dostlarımızın sağlığına içeceğiz. Artık bu olay gelenekselleşti, öyle ki sevgili Tijen'in "Her Güne Bir Yemek" isimli kitabının Aralık ayı bölümünde, 368. sayfada kayda bile geçti :) Reçelin tarifini merak ediyorsanız öyküsüyle birlikte şurada, bir TIK lütfen.

Erendiz Atasü'nün "Dün ve Ferda"sı beni hoşnut ederek bitti. Şimdi elimde ta Azerbeycan'dan, blog arkadaşım Leylək Xəlifə'dan hediye olarak gelen "Ve Dağlar Yankılandı" var. Azeri diline çevirisini de kendisi yapmış. Buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Yazarın daha önce  iki kitabını da okumuştum, bakalım bunu nasıl bulacağım.

Bizim buralar böyle, sizlerde ne var ne yok?

27 Kasım 2013 Çarşamba

DUT KURUSU, MÜZİK, KİTAP FALAN...


Dut kurusu yiyorum, o kadar uzun zamandır yememiştim ki, sabah girdiğim kuruyemişçide görünce dayanamayıp aldım. İlkokuldayken bir sıra arkadaşım vardı, Reyhan. O bayılırdı dut kurusuna, ben de hiç sevmezdim ama şimdi sevebileceğimi düşünüyorum. Fena değilmiş, yaşından daha iyi hatta. Bu Reyhan'ın bir ablası vardı, adını unuttum. O genç kızdı o zamanlar, "Melancoly" diye günün modası bir şarkı vardı, çok severmiş. Plağını almış, lakin evde çalacak pikap yokmuş. Reyhan anlatırdı, radyoda bu şarkı çalmaya başladı mı plağı parmağına takıp döndürürmüş. Ne hoş değil mi, insan bir şeyi istemeyegörsün. Reyhan'ı yıllardır görmüyorum, keşke blogumu okusa da bana ulaşsa. 

Dut kurusu yerken "Onurlu Yıllar" CD'sini dinliyorum on yüz milyon bininci olarak. Onur Akın'ın şarkılarını başka sanatçılar seslendirmiş. En sevdiğim şarkısı "Seviyorum Seni"yi Yavuz Bingöl söylemiş, keşke söylemeseymiş, "e"leri kapalı telaffuz ediyor, hiç iyi olmuyor. Ben ondan "Turnalar" ve "Nisan Yağmuru"nu dinlemeyi tercih ederim, "e"lerin kapalı söylenmesi o kadar rahatsız etmiyor o şarkılarda. Bu CD'de en çok Müslüm Gürses'ten "Asi ve Mavi"yi bir de Onur Akın'ın sesi ve Yetkin Dikinciler'in şiiriyle "Dağınık Gazel"i seviyorum. Rutkay Aziz de bir şiir okumuş ama sıra ona gelince atlıyorum :) Üst katta oturan öğrenci gençlerin evinden de gümbürtülü bir müzik sesi geliyor ama ne oludğunu anlayamadım. Sadece  güm güm vuran baslar hissediliyor.

Uzun bir aradan sonra Erendiz Atasü'den yeni bir kitap okumaya başladım: "Dün ve Ferda". Özlemişim Erendiz hanımı, daha doğrusu yazdıklarını. Yoksa kendisini yazın Ankara'da ara sıra görüyorum. Sanırım yakın yerlerde oturuyoruz. 

3 günlük kapalı ve yağmurlu havanın ardından öğlen güneş açtı burada, benim enerji de yükseldi. Güneşli kanepeme yerleşip Erendiz hanımın yazdıklarını okumaya gidiyorum ben, görüşmek üzere hoşçakalın...

26 Kasım 2013 Salı

ŞARKILI ÇORBA

Dışarda şakır şakır bir yağmur yağıyorsa, saat henüz 15.30 olduğu halde akşamın alacakaranlığı çökmüşse, ayaklar üşümeye başlamışsa, bilgisayar başında oturmaktan sıkılındıysa, üstüne bir de öksürülüyorsa her derde deva bir şeyler yapmak lazımdır diye düşünülür ve buğdaylı yoğurt çorbası yapmak üzere mutfağa gidilir. Yoğurt çorbasına olan aşkım dillere destandır, aramızda düzeylinin de ötesinde bir ilişki vardır, 7 gün, 24 saat, her mevsim, her öğün kendisiyle birlikte olmaktan büyük tat alır ve hastalık halinde ilk başvurulacaklar listesinin en başına yerleştiririm. O zaman başlasın işlem, bir de şarkı mırıldanırsan keyfi tam olur.

"Rüzgar uyumuş, ay dalıyor, her taraf ıssız"

Dolaptan 2 yumurta, süzme yoğurt kasesi ve tereyağ kabı çıkarılır. Un kutusu açılıp paket alınır. Yoğurt tencereye boşaltılır, üstüne 2 yumurta kırılır. Un paketinin ağzı açılıp göz kararı serpiştirilir. Yok öyle ölçü mölçü, her şey en pratiğinden yapılır. Bir miktar su ilave edilip el blenderiyle bızztlanır. Zırıltıyı bastırmak için şarkı az daha yüksek söylenir:

"Ölgün ışıyor varsa uzak bir iki yıldız"

Sıcak su için ketılın düğmesine basılır ve buzluktan haşlanmış buğdayla nohut çıkartılır. Miktarına bakıp az bulunur ve "hımm"-burası önemli, mutlaka "hımm" denecek-denilerek biraz da pirinç eklenmesine karar verilir. Tencere ocağın üstüne yerleştirilir ve karıştırmaya başlanır. Şarkıya devam edilir:

"Bak çıt bile yok, korkma benim bahçede yalnız"

Pratik çalışma dedik ya, kaynayan tencereye sıcak su ilave edilip karıştırmaya devam edilirken buğday, nohut ve pirinç yoğurtlu karışımla buluşturulur. Biraz daha pratik ve sağlıklı olması açısından yağı nane ve biberle yakıp sonradan ilave etmek yerine her üçü de pişme anında eklenir.  Tencerenin altı kısılır, şarkı bitirilir:

"Ey gözlerinin rengi kadar kalbi güzel kız"

Çorba tıkırdarken bir kahve içmek hoş olur düşüncesiyle kahve kavanozuna uzanılır.



Eh, şarkıyı hep benden dinlediniz, bir de Modern Folk üçlüsü'nden dinlemeye ne dersiniz:




Çorba pişiren, şarkı söyleyenleriniz çok olsun...


25 Kasım 2013 Pazartesi

HAFTA BAŞI

Malum, dün Öğretmenler Günü'ydü. Artık emekli olduğumuz için birkaç eski öğrenciden ve eş-dosttan gelen mesajla idare ediyoruz, resmi bir kutlama olmuyor. Biz de kendi kendimizi kutlarız dedik ve başı çeken bir arkadaş önderliğinde bir yemek düzenledik. Çok da iyi etmişiz, ne eğlendik, ne eğlendik. Uzun zamandır görmediğimiz arkadaşlarla hasret gidermek de bonusu oldu. Tabii içilen ayranlar, atılan kahkahalar ve bir miktar pist üzeri tepinmeler ertesi gün yol, su, elektrik olarak değilse de yorgunluk olarak geri döndü ama değerdi doğrusu. Çözüm kolay, yaparsın kahveyi alırsın kitabını eline, uzatırsın ayaklarını, olur biter...


Yalçın Tosun'un son kitabı "Dokunma Dersleri"ni okuyorum. Diğer iki kitabı gibi ayrıksı kişilikler, ötekileştirilenler oluşturuyor öykülerin kahramanlarını ve okuyup bitirdikten sonra her bir öyküyü içinizde ince bir sızı kalıyor. 

Yağmurun ardı arkası kesilmedi kaç gündür, usul usul yağsa da. Yarın da sel uyarısı verdiler Antalya için. Biz alışkınız o çılgın yağmurlara, geç bile kalmıştı zaten. Lakin ne kadar alışsak da güneş piliyle çalışan bünye error veriyor. Çay-kahve-kitapla enerji desteği yapıyoruz. Kasım'ı da yolcu etmek üzereyiz, Aralık yılbaşı coşkusunu da birlikte getirir umarım, 2013 pek keyifli bir yıl olmadı, kendisini yolcu etmekten pek üzüntü duyacağımız söylenemez. Yavaş yavaş kartları çıkarıp yazmaya başlamak gerek. Bu yıl kart etkinliği yok, daha doğrusu ben öncülük yapmıyorum, arzu ettiğim arkadaşlara yazacağım, yeteri kadar posta arkadaşım oldu zaten. Posta kutumuz şenlenecek, tabii dumanlı postacımız vaktinde ulaştırırsa.

Pazartesi de biterken yeni haftanız güzel olsun diyorum...

24 Kasım 2013 Pazar

ÖĞRETMENLER GÜNÜ




Tüm öğretmenlerimin, öğretmen arkadaşlarımın, blogger öğretmenlerin-bu arada kendimin-Öğretmenler Günü'nü kutluyor, görevini layıkıyla yerine getiren öğretmenlere layık oldukları değerin verilmesini diliyorum...

23 Kasım 2013 Cumartesi

CUMARTESİ ETKİNLİĞİ

Bugün ara ara yağıp ara ara duran yağmurlu bir havada, genç bir kızın sürekli telefonla konuşup sevgilisini anlattığı dolmuşla Devlet Tiyatrosu sahnesine gidip "Bir Daha Çal Sam" isimli oyunu izledim. 


"Casablanca" filminden esinlenerek Woody Allen'in kaleme aldığı oyunu Barış Eren çevirip yönetmiş. Filmin konusuyla ilgisi yoktu ama göndermeler vardı. Eğlenceli bir komediydi, Humprey Bogart'ı canlandıran oyuncunun dışında gözüme batan bir şey olmadı. Arkamdaki sırada oturan büyüklü küçüklü gruptaki çocuklardan birinin perde arasında çantasından bir sefertası çıkarıp makarna kaşıklaması ise görülmeye değerdi. Bir dahaki sefere ben de yaprak sarma götüreceğim. 

Dönüşte çiseleyen yağmur altında Seda Sayan'ın çığrına çığrına şarkı söylediği bir dolmuşa attım kapağı, eve vardığımda yan apartmanda davul zurna çalıyordu. Meğer gelin çıkıyormuş. Kakafonik bir memleketiz vesselam...


22 Kasım 2013 Cuma

GÖSTERMELİK YAZ BİTERKEN



Bugün itibarıyla yazın pastırması, sucuğu sona ermiştir, işte bu da fotoğrafı. Sen sonbaharın fotoğrafını nasıl çekerdin Abidin? Öyle de gönülsüz süpürüyordu ki, eminim yapraklara küfrediyordu içinden. "Yine dökülmeyecek mi bu '*****' yapraklar, ne uğraştırıyonuz la beni?" der gibiydi. Zaten yarısından çoğunu bırakıp gitti. Ardından da sıkı bir yağmur başladı, az evvel kovadan boşalıyordu, şimdi bardak seviyesine indi. İşin fenası bu havada dışarı çıkmak mecburiyetinde olmam. Sele kapılıp gitmesem bari :)


Karşı apartmanın sahibi Almanyalı amcamın portakalları da olmuş, dalında süzülüyor. Hep süzülür onlar zaten, hiç toplanmaz. İyi oluyor toplanmadığı, baktıkça içim açılıyor.

Alt komşulardan biri tarhana pişiriyor, kokusu bütün evi sardı. Tarhanaya itirazım olmayabilir ama öyle bir sarmısak koymuş ki içine şu an evin içinde kesif bir sarmısak kokusu hakim. Pişen ev ne durumda ve çorbayı içeçek olanın tansiyonu kaç derece düşecek tahmin edemiyorum. 

Yağmur şiddetini iyice arttırdı, vah bana vahlar bana. Akşama sesim çıkmazsa can simidi yollayın, boğulmak üzereyimdir :)


20 Kasım 2013 Çarşamba

AŞURELENDİK

Gününüz güzel olsun sevgili takipçilerim. Bizim buralar günlük güneşlik, "Bugün 23 Nisan/Neşe doluyor insan" şarkısındaki gibi şıkırdıyorum ortalığı ışıl ışıl görünce. Dün sonunda aşure pişirdim. Kuru malzemelerin tamamı önceden haşlanmış ve buzluktan tedarik edilmiş olsa da yorulmadım desem yalan olur. Üstelik hepi-topu bir kase düştü payıma. Biraz da isteyerek hepsini dağıttım konu-komşuya, zira-övünmek gibi olmasın-pek güzel olmuştu, tamamını kendimin yiyebileceğinden korktum:) Yapım aşamaları aşağıda:


Aşurenin eğlenceli tarihçesini merak ediyorsanız, geçen yıl bizzat yazmıştım, buraya buyrun: "Bir Aşure Masalı"

Dün aşure yapmanın dışında yeni bir kitaba başladım: "Ziyaretler Kitabı/Enis Batur". Enis Batur'un çektiği fotoğraflarla zenginleştirdiği ve gezip gördüğü yerleri anlattığı kitaplarını severim. Bu kitapta da başta Saint Nazaire olmak üzere bazı Fransız ve İtalyan şehirlerine yaptığı ziyaretleri konu etmiş. Gidip görmüş kadar oluyorum.

Öğleden sonra konuklarım var, o yüzden hoşçakalın demeden önce Sığınma Evleri için başlattığımız kampanyamızı bir kez daha hatırlatmak istiyorum, link aşağıda:


Bu da Facebook sayfası:


Hepinize şimdiden teşekkürler...





18 Kasım 2013 Pazartesi

SIĞINMA EVLERİNE DESTEK KAMPANYASI


Atalet arkadaşımın başarıyla yürüyen Van'daki çocuklara yönelik "Şefkatle ilmek ilmek buzları eritiyoruz" kampanyasından cesaret alarak bir kampanya da sığınma evlerinde kalan kadınlar için başlatalım dedik. İlk elden öğrendiğim bilgilere göre giysi ihtiyacı çok fazla imiş. Kadın, kız çocuk ve erkek çocuk giysisi yollamak istiyoruz. Yeni alabileceğiniz gibi temiz ve kullanılabilir durumdaki 2. el giysileri de yollayabilirsiniz. Aşağıda vereceğim adreste toplanan giysiler buradan ihtiyaç sahibi sığınma evlerine ulaştırılacaktır. Desteğiniz ve katkılarınız için şimdiden çok teşekkür ediyorum. Facebook sayfamızdan gelişmeleri takip edebilirsiniz. Ayrıca blogdan da haberleri alabilirsiniz. Facebook sayfasının linki:


Yardımlarınızı göndereceğiniz adres:

Ankara Üniversitesi 
Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM) İletişim Fakültesi
Cebeci/ANKARA

Bir kez daha teşekkürler ve sevgiler...

17 Kasım 2013 Pazar

PARKTA BİR SONBAHAR GÜNÜ

Diz sorunsalı nedeniyle gerçekleştiremediğim yürüyüşlere sonbaharın renkleri solmadan başladım nihayet, bugün parkı adım adım arşınladım. Bıraktığımda henüz yeşil olan Amerikan asmaları en güzel giysilerini geçirmişlerdi üstlerine:


2 yaşlı çifte rastladım yürürken; ilk çift bir bankta oturuyordu ve kadın olan eşine elindeki kitabı yüksek sesle okuyordu. Diğeri karşımdan geldi, 70'in çok üstünde oldukları aşikardı ve adam yaşlılıktan şikayet ederken karısı atılıp "Yapma böyle şekerim, daha genceciksin sen" derken öyle bir şefkatle baktı ki adamın yüzüne hislendim vallah :)

Maymunçıkmaz ağaçlarını özlemişiz, gelmişken görelim dedik ve gördük ki çiçek açmışlar:


 


Çınarlardan sonra en çok maymunçıkmazların dibinde kuru yaprak vardı, belki de geçen yıldan kalmaydı, daldakiler hala yeşil çünkü:


Maymunçıkmaz ziyaretinden sonra baktık Cam Piramit'in önü kalabalık, "Yöresel Ürünler Fuarı" varmış, bir girip görelim nicedir dedik ve girdiğimize pişman olduk. İğne atılsa yere düşmeyecekti çünkü, dar attık kendimizi dışarı.

Dönüş yoluna vurduk, Altın Portakal heykelinin yanındaki ağaçtan altın olmayan iki tane turunç kopardım, hırsızlığım bununla kalmadı, meşe çalılarından palamut, delice zeytinden barış için zeytin dalı yürüttüm :) Sonra da bir cafeye oturup turunç kokusuna buladığım parmaklarımı koklayarak kahve içtim:

Güneş batıyordu ama batarken el fenerini açık unutmuştu, eh naçizane manzaramız da bu oldu:



16 Kasım 2013 Cumartesi

ETKİNLİKLERE DEVAM

"Erken kalkan yol alır" diye boşuna dememiş atalarımız. Bu sabah 6'da uyandım, normalde de uyanırım ama şöyle bir gözümü açıp etrafa bakar, kaldığım yerden uykuya devam ederim. Bu defa öyle yapmadım, abajuru yaktım, elime "Venüs"ü aldım, gece bıraktığım yerden okumaya başladım. Çok sıkılmıştım dün okurken, araya uyku molası girince devam edebildim. 30-40 sayfa kadar okuyup tabletle değiş-tokuş yaptım. Tabii ki "Candy Crush Saga" oynamak için. Kargalara kahvaltı olarak patlayan şekerler ikram etmek lazım ara sıra. 303. levele ulaşıp yataktan kalktım. El, yüz, diş vs zorunlulukları halledip mutfağa daldım. Terbiyeli kereviz pişirip bir kavanoz yeşil domates turşusu kurdum. 2 kilo kapya biberi közleyip kabuklarını soyarak buzluğa attım, mutfağı toparlayıp evin kalan yüzde 50'si uykuda olduğu için kendime hazırladığım kahvaltıyı tepsiye koyup bilgisayarın başına çöreklendim. Saat henüz 9 bile olmamıştı. Bundan sonra erken kalkmaya karar verdim ama ne kadar uygulamaya koyarım Allah bilir, neyse karar vermek de önemli bir şeydir. 

Sanatsal etkinlere geri dönmüştüm ya, bugün ikinci partiyi gerçekleştirdim. Öğleden sonra "Aspendos, Yüzyılların Aşkı" isimli baleyi izlemeye gittim Opera Sahnesi'nde. Şahaneydi.




Aspendos Antik Tiyatro'nun yapım aşamasının dramatize edilip baleye uyarlandığı görsel ve işitsel bir şölendi izlediğimiz. Tüm emeği geçenler varolsun. Şimdi gidip karnımı doyurayım, sonra da "Venüs"ü bitireyim. İyi bir hafta sonu dileğiyle...


15 Kasım 2013 Cuma

VE ETKİNLİK CANAVARI UYKUDAN UYANIR

Oh, sonunda sosyal hayatıma tekrar yatay geçiş yaptım. 10 gündür evde dizimi pışpışlamaktan, bir kere pazara, bir kere de bankaya gitmekten başka bir şey yapmamıştım. Gün itibarıyla içimdeki etkinlik canavarı uyandı, dizime uslu durup ağrımaması için gerekli diskuru çektim ve kendimi Piyano Festivali kapsamındaki "Ferhan&Ferzan Önder" dinletisi için yollara vurdum. 

  

Yaşlarını bilmesem konservatuardan yeni mezun sanacağım iki hoş ve sempatik kadın bize şahane bir dinleti sundular. 


Astor Piazzola ile başlayıp Chick Corea ile devam eden, Fazıl Say'ın kendileri için özel bestelediği bir parça ile hayran bırakan konser Lizst'in 4 el için Macar Rapsodisi ile sona erdi.


Piyanodaki yeteneklerinin yanısıra zerafetleri, sempatiklikleri ve tevazuları ile de göz dolduran iki kardeşin gençlik sırlarını da merak etmedim desem yalan olur. Sanırım yaptığı işi sevmek en büyük etken insanın ışıldaması için. 


Yine Chick Corea'dan çocuklar için bir parça ile bis yaparak sonlandırdılar konseri. Yağmurlu havanın getirdiği kasvet dağıldı, salondan çıkarken biz de ışıldıyorduk. Ne diyeyim piyano çalan elleri dert görmesin...


14 Kasım 2013 Perşembe

ÖRGÜ, VAN, ÇOLUK-ÇOCUK, PAZAR, KİTAP, ZEYTİN, KASIMPATI FALAN FİLAN...

Antalya'da yazdan kalma güneşli günlere devam. Artık pastırma mı, sucuk mu, neyin yazı bilmem ama hâlâ kapı pencere açık, hâlâ kısa kollu tişörtlerle dolaşıyoruz ve hâlâ sadece battaniye ile yatıyoruz, henüz yorgana geçiş yapmadık. Plajlar da denize giren insanlarla dolu. Lakin dizimi dinlendirmek amacıyla bu güzel havaları evde kapanarak geçirdim. Yine de sıkılmadım, kitaplar, filmler ve bilgisayar var olsun. Bugün hafiften ağrım olsa da artık bir pazar ziyareti yapma zamanıdır dedim ve bir üst sokakta kurulan semt pazarına çıktım. Aman da aman sonbaharın tüm renkleri tezgahlara toplanmış, insanın içi açılıyor. Öncelikli olarak çocuk giyimi satan bir hanımın tezgahına yanaştım. Malum Atalet'im "Şefkatle ilmek ilmek buzları eritiyoruz" adıyla, Van'daki çocukları ısıtmak amaçlı bir kampanya başlattı, geçen yazımda da bahsetmiştim. Kaçırdıysanız buradan detayları öğrenebilirsiniz:
Facebook sayfası da burada:

"Carpal Tunnel Sendrom" denilen bir illetten muzdarip olduğum ve örgü örerken ilk sıradan sonra parmaklarımda uyuşma yaşadığım için ben hazır alarak dahil olmak istedim kampanyaya ve satıcı kadının önüme koyduğu atkı-bere-eldiven takımlarına bakarken bir yandan da sohbet etmeye başladım. Van'a yardım amaçlı aldığımdan bahsettim. O sırada arkamdan bir ses geldi: "Aaa Van'a göndereceklermiş yardım için" ve hemen akabinde bir kadın tezgaha yanaştı, bir takım alıp parasını ödedi ve elime tutuşturup "bu da benden olsun Van'daki çocuklara" diyerek uzaklaştı. Arkasından bakakaldım teşekkür etmeye çabalarken. Hafifledim, sevindim, hâlâ böyle güzel yürekli insanlar olduğu için mutlu oldum. Alttaki bere takımlarının mavi olanı adını bilmediğim o yüce gönüllü kadının Van'lı miniklere armağanı:


Kadının jestiyle gülen gözlerim kızılcık tezgahındaki fiyat etiketini görünce şaşkınlıkla açıldı: Rakamla 15, yazıyla onbeş. Kızılcık ne ara terfi etti yahu 15 liraya satılacak :) Yan tezgahta da fasulye vardı, ben sahibinin yalancısıyım, üstüne "Öz, gerçek, hakiki Ayşe" diye yazmıştı. Fatma falan sanmayın yani, has Ayşe :) Yeşillik satan kadınsa önünde duran demetleri fazla karıştıran kadınların ardından "taş yiyin" diye bağırdı, buradan ifşa ediyorum :) Bunca pazar macerasından elimde muşmula, bal kabağı ve Arap kızı elma poşetlerine ilaveten bir saksı sarışın kasımpatı ile döndüm ve çiçeklerimi koklayarak Aralık ayının "Bibliyomanyaklar" ödevi "Venüs"ü okumaya başladım.


Zaten günüm sabah kendi ağacımızdan toplayıp kendimin kırıp tatlandırdığı yeşil zeytinleri yiyerek güzel başlamıştı:


Ardından bu keyifli pazar macerası dizimin ağrısını bile unutturdu. Şimdi ben muşmula yemeye gidiyorum. Siz de Ataletimin kampanyasına ilgi gösterin, "Bibliyomanyaklar" bloguna bakmayı ihmal etmeyin ve Antalya'dan selamlarımı kabul edin...

11 Kasım 2013 Pazartesi

ÖZETLE



Perşembe'den bu yana süren sessizliğimi öncelikle bir duyuru ile sonlandırayım. Takipçilerim Atalet dostumu bilirler. Hafta sonu bir etkinlik başlattı. Van'da, konteynerlerde soğuğa direnmeye çalışan depremzede çocuklara atkı, bere, eldiven örüp göndermek için başlattığı bu güzel hareketin adı da kendi kadar güzel: "Şefkatle ilmek ilmek buzları eritiyoruz". Daha detaylı bilgi edinmek için şu linke bir TIK lütfen. Facebook sayfası için de buraya TIK. Tıkladınız mı, o zaman haydi bakalım pamuk eller şişlere :)

Bana gelince; biliyorsunuz Salı akşamı düşmüş ve dizimi fena halde çarpmıştım. O yüzden sürekli evde, istirahat modunda geçirdim günleri. "Downton Abbey" 4 sezonu ardı ardına izleyip bitirdim. Yeni bölüm ve yeni sezonları sabırsızlıkla bekliyorum. "Black Mirror" isimli yeni bir diziye başladım. Magda Szabo'dan "Yavru Ceylan" ve Uygar Şirin'den "Anne, Tut Elimi" isimli kitapları okudum, Hakan Günday'ın "Daha"sını yarıladım. Hakan Günday takipçilerinden olduğum ve tüm külliyatını okuduğum için "Daha" beni şaşırtmadı, bu adamın her kitabı bir taş gibi oturuyor yüreğinize. Ve umutsuzca bir kez daha anlıyorsunuz ki insanoğlu gerçekten kötü.

Doğal olarak "Candy Crush Saga" ile olan düzeyli ilişkimi de sürdürdüm, 298. leveldeyim. Bugün 300'e ulaşmak gibi bir ümidim var. Sonra bilgisayarda en sevdiğim oyunlardan birinin yeni versiyonuna kavuştum: "Delicious Emily's Honeymoon Cruise".  Aman ne keyifli, bütün gece yemek pişirip servis yaptım gemidekilere :)

Bu hafta dizim tekrar su koyuvermezse evden çıkmadan geçirdiğim günleri telafi etmek niyetindeyim. Malum Piyano Festivali başladı, gitmeyi planladığım 2 konser ve hafta sonu da bir bale var. Ya kısmet diyor ve sevgilerimi yolluyorum...


7 Kasım 2013 Perşembe

ZEYTİNCİ GELDİ HAANİM :)


 

İki gündür yerde bir tezgah kurdum, hababam zeytin kırıyorum. Yıllardır yeşil zeytinimizi kendimiz yaparız, 2 yıldır da ürünler bahçemizin ağaçlarından. Öyle olunca daha da bir keyifli oluyor.  Ben kırma seviyorum ve kendi zeytinimi kendim kırıyorum, dilme ve salamura olanları ise hane halkının geri kalan %50'si hallediyor. Sabah son partiyi de bitirdik ve suları değiştirilmek üzere sıraladık bidonları, mutfakta adım atacak yer kalmadı ama tatlanıncaya kadar katlanacağız (amanin pek de kafiyeli oldu:).

Zeytin faaliyetine giriştiğimiz günün akşamı, bir ziyaretten dönerken evin önünde düştüm, hem de pek berbat bir şekilde. Zaten her tür deformasyona sahip dizimi kaldırımın kırık olan sivri taşına fena halde çarptım. O günden beri ayağımın üzerine basmakta zorlanıyorum. Sağolsun, blog aracılığıyla tanışıp dost olduğum uzman doktor arkadaşım beni çeşitli şekillerde kontrol altına aldı, tavsiyeleriyle bugün daha iyi durumdayım. 2-3 gün daha dinlendirirsem normale dönmeyi umuyorum. Bu aralar pişmiş tavuk modundayım, başıma gelmeyen yok, önce tepeme dolap kapağı düştü, kafa kalınmış kolay atlattım lakin dizim başımdan daha hassas olduğu için etkilendi biçare :) Bununla bitmiş olsun diyorum kendi kendime ve hafta başı kahvemi karşısında içtiğim manzarayla huzurdan ayrılıyorum...

 




3 Kasım 2013 Pazar

AMİRİMLE BİR PAZAR

Ne zamandır bekliyordum bu filmi. Amirim ve ekibini fena özlemiştim, bugün fırsat buldum yanan Ankara'yı söndürmeye ve Amirim'le hasret gidermeye.


Film dizinin sıcaklığını vermese de sevdim ben. İlk filmden daha çok sevdim hem de. Belki uzun zamandır ekibi görmeyip özlemiş olmanın da etkisi vardır ama ufak-tefek hataları görmezden gelirsek iyi bir film olmuş. Yaz sezonunu Ankara'da geçirip filmdeki bazı olaylara şahit olmuş bir kişi olarak da hafıza tazeledim tatsız da olsa. Filmin en ilginç kişileri Cinayet Büro'ya yeni atanmış Hitler görünümlü ispiyoncu genç komiser, tutucu yeni amir, geçen filmde gülmekten kırıp geçiren Pembo ile Gorbaçov'du. Ekibi hatırlatmaya gerek yok zaten, kıvamları her zamanki gibiydi. Filmin yeni yüzü yarı Alman polis Ulrike rolünde Sanem Çelik vardı ve görmeyeli hayli güzelleşmişti. Amirimin minikler futbol takımını çalıştırırken giydiği kırmızı Nike ayakkabıları ise geçen yıl Cermodern'de, bizzat ayağında görmüş idim. Film bitip yazılar akmaya başlar başlamaz salondakilerin bir kısmı acele edip dışarı çıkarak enayilik ettiler, zira yazılar akarken perdenin bir yanında olayların devamı küçük görüntüler halinde verilmekte idi. Çıkışta rastladığım izleyicilerden birinin tişörtü de günün anlam ve önemine çok uygunda, üzerinde "Angara Birds" yazıyordu :)

Amirimle hasret giderdikten sonra parkta uzun bir yürüyüş yaptım, kısa bir kahve molası verip Beydağları'na karşı yeni bir kitaba başladım: "Kapalı Çarşı Cinayeti/Esra Türkekul", okuduğum kadarıyla güzele benziyor, zaten Judy tavsiye etti, muhakkak ki memnun kalacağım.


 

Benim meşhur neşe palamutları olgunlaşmaya başlamışlar, son derece minik ve şirindiler. 

 
Kahvemi içtikten sonra batan güneşi ardımda bırakıp şu manzaraya karşı yürümeye devam ettim. Şimdi izninizle Downton Abbey 3. Sezon, 2. bölümü izlemeye gidiyorum. Umarım "Kitap Düşkünleri" blogumuzu izlemeyi unutmuyorsunuzdur. Sevgiyle...
 

1 Kasım 2013 Cuma

KASIMIN İLK GÜNÜ

Kasımın ilk günü olmasının benim için ifade ettiği yegane şey Fikret Otyam Sanat Galerisi'ndeki serginin son günü olması idi. O nedenle etkinlik sırasında ilk sıraya "Antalya-Nürnberg Beş Mekan Zaman" sergisi yerleşti. Nürnberg'li 5 sanatçının eserlerinden oluşan sergiden bazı parçaları sizler için fotoğrafladım:



Wolf Sakowski


Joachim Kersten



Roger Libesch


Thomas Egerer


Ralf Siegemund

Galeriden çıkarken ne zamandır merak ettiğim ama yerini bilmediğim "Sinema Müzesi"nin de adresini aldım ve o yöne doğru yollandım. Giderken şemsiyeli sokaktan geçtim, geçen günkü yağmurdan şemsiyelerin bir kısmı yer ile yeksan olsa da kalanlar hala neşeli bir görünüm sunuyorlardı:


Sinema Müzesi'ni elimle koymuş gibi buldum, daracık bir ara sokakta eski bir Antalya evi:



Tenhaydı hatta boştu içerisi, rahat rahat dolaştık. Işıklandırma oldukça loş olduğu için fotoğraflar pek kaliteli çıkmamış, birkaç tane ekliyorum. Sinema adamlarının bağışladığı kameralar, ses sistemleri, klaketler, eski film bobinleri, kısacası Yeşilçam tarihi odalara serpilmişti:





Eh, bunca sergi ve müze gezisinin üstüne bir yorgunluk çayını hakettik değil mi?

 

Kalın sağlıcakla, hafta sonunuz güzel gelsin...

Not: Yeni bir blogumuz var efendim, "Kitap Düşkünleri", 5 ortaklı. Dördünü tanıyorsunuz; ben, Lalenin Bahçesi'nin Lale'si, Defter blogunun Selgin'i ve Atalet Burda Zaman Yok'un Atalet'i. Her ay bir kitap okuyup hakkında yazacağız. İlk kitabımız Murat Uğurlu'nun "Buralar Bıraktığın Gibi" isimli romanı. Blogumuzun linki aşağıda, kitapseverlerin katılımını bekliyoruz: