.

.
.

28 Ağustos 2016 Pazar

GEZELİM GÖRELİM (BÖLÜM: ONYÜZMİLYONBİN)

20 saattir internetsizdim, delirmek üzereyken az evvel geldi. Ne ara bu kadar özümsedik, hayatımızın mütemmim cüzü haline getirdik tartışmak anlamsız. Çevremden duyduklarım da öyle, internet kesildiği an akşam yemeği için eve ekmek almamışız  gibi bir duyguya kapılıyoruz. Oysa yemek var aç kalınmayacak ama ekmeğin yeri ayrı, mutlaka sofrada olmalı. İnternet dışında da avunacak çok şey var ama yok illa da o yedekte duracak, el altında olacak. Neyse biraz inletti Kablonet ama sonunda halletti arızayı, muhtemelen dünkü yağmur ve caddeden akan ırmaktır bunun sebebi. 

Oysa dün akşam oturup Cuma günü gittiğimiz "Altınköy" gezisini anlatacaktım, elim böğrümde kaldı, o arada fırsat bu fırsat deyip gözleri pörtletmek pahasına "Çocuk Yasası" kitabını bitiriverdim, çok güzel bir konuyu ele almıştı, okuyunuz derim. Gelelim Altınköy'e:

Altınköy'ü daha Antalya'da iken bir arkadaşımın paylaşımında görmüş ve Ankara'ya gidince ziyaret etmeyi kafama koymuştum. Gelgelelim bu yaz öyle bir yazdı ki yaptığımız planları bize yedirdi, hem de acı biber eşliğinde. Kürkçü dükkanına dönmeye az kala ayarttım kızkardeşi ve Cuma günü yola düştük. Önce dersimize çalıştık tabii ki, 312 numaralı "Beşikkaya/Karapürçek" otobüsüne binmemiz söylendi bilenler tarafından. Sıhhıye köprüsünün üstündeki durağa gidip beklemeye başladık ama öyle sıcaktı ki camında "Beşikkaya" yazan bir dolmuş görünce hemen harekete geçtik. Kızkardeş "Altınköy'den geçer mi?" diye sordu, şoför beş dakika kadar düşündü, "hangi köy/", "ne köyü", "orda köy mü varmış?" gibisinden sesli düşündükten sonra yanındaki yolcu "müzeyi soruyor" deyince jetonu düştü, "önünden geçer" diyebildi. "Orda bir köy var uzakta" dedik oturduk koltuklara, şoför "O köy bizim köyümüzdür" diye devamını getirdi ve yola koyulduk. Meğer gideceğimiz yerin tam adı "Altınköy Açıkhava Müzesi" imiş, öğrenmiş olduk. Yaklaşık 45 dakikalık sıcak bir yolculukla, bunca yılın Ankaralısı olarak görmediğim bilmediğim semtlerden geçerek, dükkanlardaki Arapça yazılara ve halkın ayrıksılığına şaşarak maceranın sonuna geldik. Şoför döndü ve "Aha da köyünüz burası" diyerek bizi geniş bir yeşil alanın üst yanında indirdi. Az yürüdük, giriş kapısını bulduk ve müze olduğu için kişi başı 5 lira (öğrenci ve öğretmene 2 lira) ödeyerek içeri girdik. 



Kapıdan geçtiğimiz an bizi yemyeşil bir vadi karşıladı. Bu kadarını beklemiyorduk doğrusu.


Yeşilliklerin arasına serpiştirilmiş ahşap evler, dükkanlar, cami, yeldeğirmeni, su değirmeni, göletler, köprüler, restoran olarak düzenlenmiş konaklar, köy kahvesi, fırın, muhtarlık, köy odası gibi binalara ilaveten tavuklar, ördekler, kazlar ve ineklerle tam bir köy ortamı yaratılmıştı.


Uzun ve sıcak bir yolculuk yapınca haliyle acıkmıştık, kendimizi yemek hizmeti veren konaklardan birinin yeşil manzaralı masalarından birine attık:




 

Ortam ve dekor güzeldi ama aynı şeyi gözleme ve ayran için söyleyemeyeceğim. El açması olsa da gözleme kuru ve lezzetsiz, yayık ayranı diye getirdikleri ayran ise fazla suluydu. Her masada adeta oğul veren arılar da cabası, kaçırmak için kahve yakıp getirdiler ama zerre umurlarında olmadı. Neyse arılar tarafından öpülmeden yedik yiyeceğimizi, üstüne çayımızı da içtik, sonra köyü keşfe çıktık.


Bir de ne görelim; mevsimsiz, şaşkın bir leylak. Muhtemelen benim geleceğimi bilip adaşına sürpriz yaptı.




İlk durağımız Köy Odası oldu, içini gezdik Duvardaki posterlerden mekan hakkında bilgi aldık. Vadideki 130 gecekondu yıkılarak bu açık hava müzesi oluşturulmuş, amaç ziyaretçilere bir köy ortamı sağlamak imiş. Açıkcası güzel bir proje hayata geçmiş, Ankara'da yaşayanların gidip görmesini öneririm.



Köy odasının yanındaki kümeslerde tavuklar, horozlar, ördekler, kazlar keyifli keyifli dolaşıp yiyip içiyorlardı. 



Muhtarlık binasının yanından geçerek köy meydanına geldik. Meydanda cami, köy kahvesi, çeşitli dükkanlar yanyana sıralanmıştı. Altınköy Bakkaliyesi'ne girip teftiş ettik ama bir şey almadık, fırının önündeki sıcacık ekmekler ise aklımızı çeldi, kaptık birer tane. 






Aynı teftişi demirci ve kalaycı da da yapıp köy kahvesine girdik kahve içmek için. Manzaramız pek güzeldi, zaten daha sonra değirmene çıkmak için kendimizi o manzaradaki yola vurduk. 



Açık hava müzesinde her ay belirli saatlerde meydandaki dükkanlarda çeşitli zenaat ve el sanatları ile ilgili etkinlikler yapılıyor (kalaycılık, demircilik, sepetçilik, tahta kaşık yapımı, yorgancılık, el baskısı yazmacılık, kilim dokuma, mes yapımı, boynuz takı yapımı, cam altı boyama, vitray, saraçlık-top dikimi gibi) ve ziyaretçiler yapım ve uygulama süreçlerini izleyebiliyorlar. Bizim ziyaretimizde Hüseyin Şentürk isimli usta meşin futbol ve voleybol topları dikiyordu elinde. Dilerseniz satın alabiliyorsunuz. 


Sünnet, diş çekimi, traş ihtiyacınız varsa, ya da atınıza nal çaktıracaksanız köy kahvesinin yan tarafına yönelin, "belber" orada hizmet veriyor :)


Namaz saati geldiyse yandaki ahşap şadırvanda abdestinizi alıp köy camiinde namazınızı eda edebilirsiniz.


 Haydi bakalım, istikamet yel değirmeni. Yolumuz yokuş, hava sıcak ama değirmeni görmeden dönmek yok. Yan taraftaki tarlaya her yıl buğday ekilip hasap edildikten sonra değirmende una dönüştürülüp köy fırınına naklediliyormuş.


Aaa, o da ne? Milka ineği gelmiş :) Bunun bir de kara mı kara bir arkadaşı var, dönüşte önümüze çıkıp katı ifrazatıyla yolumuzu onurlandırdı :)


Değirmenden bol bir şey yok, su varsa konduruveririz bir de su değirmeni. 



Asma köprü vadinin iki yakasını birbirine bağlıyor. Dönüşte buradan geçeceğiz ama bizden önce geçenler var, e malum türküsü de var: "Köööprüüden geeçtiii geliiin" :)

Düğün çekimleri için oldukça müsait burası, zaten bizim saydığımız 5 gelin vardı hafta içi olmasına rağmen. 


Değirmene ulaştık, lakin mekan tutmuş gelinle damattan fırsat bulup doğru dürüst bir fotoğraf çekemedik, çektiremedik. İçinde de bakım varmış gezemedik. Olsun değirmenler her haliyle güzeldir, severiz kendisini. 


O zaman bir de karşı kıyıdan bakalım değirmene.


Ve yorulduk artık, geçelim köprümüzden, dönelim evimize. Değirmendeki gelin burada da buldu bizi, bu defa köprünün ortasına konuşlanmış, Deli Dumrul gibi geleni geçeni engelliyorlardı. 5 dakika bekledik ki poz vermeleri bitsin. 

Hasılı çok beğendik Altınköy'ü. Ankara'da yaşıyorsanız siz de gidin mutlaka. Pazartesi günleri kapalı, diğer günler 10.00-19.00 arası açık. Dönüşte hemen biraz üstteki caddeden 312 no'lu Beşikkaya/Karapürçek otobüsüne bindik ve çok daha rahat geldik, size de tavsiyem özel aracınız yoksa otobüsü tercih etmeniz. Yeni bir gezide görüşmek üzere...

5 yorum:

  1. Çok güzel. İster istemez düşünüyor insan:"Niye şehirlere dolduk? Niçin bir devlet politikamız yok?" Halbuki köylerimiz köy haliyle abad edilse şehirler bu kadar dolmaz. İnsanlar ekmeğini köyünde kazanır. Huzur bulur.

    YanıtlaSil
  2. burası huzur kokuyor Ankara'da yaşayıp burayı görmemek ayıp olur inşallah bir gün gideceğim teşekkürler paylaşım için.

    YanıtlaSil
  3. İsviçre köyü gibi. Ne güzel yermiş.

    YanıtlaSil
  4. İnternet hayatımızın her yerinde :)
    Çok güzel fotoğraflar canım benim

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel bir yermiş.Bu arada beğenmediğiniz gözleme buradan nefis gözüküyor :)

    YanıtlaSil